29 Mayıs 2012 Salı

neden 3 çocuk...

Malumunuz Başbakan Erdoğan, her konuşmasında bir konunun altını özellikle çiziyor... Özellikle de nikahlarda... 3 çocuk istiyorum... Erdoğan'a göre amaç, nüfusun yaşlanmasını önlemek, genç ve dinamik bir toplum yaratmak...

Hatta bu talebini Kazakistan'da toprak geniş deyip 5 çocuğa da çıkarttı da neyse, o bizi ilgilendirmez... Kazakların sorunu...

Peki Başbakan neden ısrarla 3 çocuk istiyor... Gerekçe gerçekten de genç nüfus mu oluşturmak...

Bana göre öyle değil... Amaç ve kafaların ardındaki asıl gerekçe, kadınları eve hapsetmek... Neden mi? Basit... Tek çocuk olduğunda kadınların yüzde 40'ı işe dönemiyor... 2 çocuk olduğunda bu oran yüzde 60'lara yükseliyor.. Gelin siz düşünün. 3 çocuk sahibi bir kadının işe dörme olasılığını... Neredeyse hiç...

Bu mu kadına değer vermek, bu mu kadını el üstünde tutmak... Kamu spotlarında kızlarımızı okutalım diye nutuk çeken siyasileri görünce insan şaşırıyor... İki yüzlülük bu olsa gerek diyor insan...

Evet 3 çocuğun asıl gerekçesi, kadınları üretimden uzat tutmak... İş bu kadar basit...

24 Mayıs 2012 Perşembe

İ.N.Ş. (idris naim şahin)

Ahmet kaya bir şarkısında şöyle diyordu... Nerden baksan tutarsızlık... Evet aynen öyle Uludere'de 34 kişinin öldüğü bombardıman sonrası yaşananlar....

Dile kolay 34 can gitti... Tepkiler farklıydı... Onlara PKK'lı diyen de vardı, sıradan köylülerdi diyen de... Ne olursa olsun yitip giden 34 kişiydi onlar...

Tazminat, özür derken, Başbakan Erdoğan çooook uzaklardan bir şeyler söyleyiverdi... Ama noktayı birinin koyması gerekiyordu. O isim kısa sürede ortaya çıktı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin.

NTV'de öğle saatlerinde çıktı ekrana... Söz Uludere'de emri kimin verdiğine geldi. Bakan sadece 3 cümle kurdu. Ve şöyle dedi. Emri Hava Kuvvetlerinde o görüntüleri analiz eden komutanlar verdi. Sonrasında emri kimin verdiği konusunda tek bir cümle daha etmedi.. Ama daha valim cümleler kurdu. Ölen 34 kişiye ''figüran'' dedi, ''özür dilenecek durum yok'' diye de ekledi...

Aslında kimse şaşırmadı bu sözlere... Eee diyen Bakan Şahin'di. Gaf ustası Şahin... Gel de art niyet arama. Neden Şahin konuştu. Şimdi bazı akıllılar şöyle diyecek, İçişleri Bakanı o konuşacak tabii. Eyvallah da durum öyle değil beyler bayanlar... Bugüne dek her söylediği cümleyle herkesi birbirine düşüren birine böyle bir konuda nasıl söz hakkı verirsin arkadaş...

Verirsin tabii. Şimdi ahali, İdris Naim'dir ne yapsa yeridir diyecek, sineye çekecek... Ve belki kısa süre sonra da Başbakan, Şahin bakanını geri çekecek, unutalacak gidecek...

Bugüne dek çokça yaşandı böyle senaryolar.. Artık şaşırmamak lazım. Büyükler der ya, layık olduğun gibi yönetilirsin diye. Ama artık aza layık olmamak lazım... Türkiye böyleleriyle büyük düşünemez...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

ah protokol, vah protokol...

Hükümet naptı, resmi bayramlarla ilglii yönetmeliği değiştirdi. Artık çocuklar, gençler, iktidarın deyimiyle ''demode'' kutlamalardan kurtuldu.

Stadlarda rap rap yürümeye son verildi. O bildik gösteriler de bitirildi... Hatta anıtlara çelenk koymak bile mesele haline geldi.

Savunan var, itiraz eden var. Kim haklı, kim haksız tartışmaya gerek yok. İnsanları tatmin etmek de mümkün değil..

Ama bir şeyleri düzelttiğini sanan ey iktidar... Aslında asıl düzeltmeniz gereken bir konu var. Protokol meselesi...

Sıralamayı hallettiniz, peki ya, valilerin, emniyet müdürlerinin, kentin yöneticilerinin bakanları, milletvekillerini daha kent girişinde karşılamasına ne diyeceksiniz... Buna da bir çözümünüz olacak mı?

Resmi bayram kutlamalarının ''demode'' olduğunu iddia edip, düzenleme yaparken, bu protokol düzenine ne zaman el atacaksınız?




18 Mayıs 2012 Cuma

haber demek emek demek...

Rutin bir gün düşünün... Memur, işçi, esnaf, işadamı... Sabah kalkar, işyerine, plazasına ya da ofisine gider... Çalışır, öğlen yemeğini yer, işini yapar, akşam olunca da servisine, aracına biner evine gider...

Ya haberciler... Rutin bir gün ise, yine zahmet çoktur... Sadece 2 dakikalık bir haber için bütün gün uğraşır... Sabah gelir, gündemini hazırlar... Toplantıya girer ve sonrasında haber koşusu başlar... Önce kameraman arkadaşını ayarlar. Sonra aracını bulur. Ve yolculuk başlar.... Saat 12'dir...

Bu İstanbul'da hiç de kolay değildir. Trafik meseledir, sıkıntıdır... Şanslıysa kolay ulaşır gideceği yere. Ama biraz şansız ise, vay haline...

Görev, çalıştığı yerin diğer yakasındaysa o zaman daha da sıkıntılıdır durum. Kimi zaman saatlerce trafikle boğuşur. Uzun zahmetlerin ardından 1,5 saatte gidilecek yere ulaşılır. Öyle hemen bitmez çekim. En iyisi olsun diye uğraşır muhabir de kameraman da.

En az 1-2 saat sürer çekim... Şimdi geri dönüş zamanıdır. Saat çoktan 3:30 olmuştur... Yine trafikle boğuşur haberci. Bu arada yemek yemeye bile fırsat bulamadığı anlar olur... 4:30'da ulaşır şirkete... hemen bilgisayar başına oturur, haberini yazar.

Editörü okur, onaylar... Bitti mi, hayır... Saat çoktan 5'i buldu... Bültene 1,5 saat var... Şimdi sırada montaj kuyruğuna girmek var... Şanslıysa bulur seti. 5:30'da atmıştır kendini montajcının yanına... Uğraş, uğraş,,, oldu mu saat sana 18:30...

Koca bir gün bitti. Şimdi haber başlayacak. Ve haberci, sadece 2 dakika için tüm günü yedi, bitirdi. Ona bişi kalmadı...

Onun için haber demek emek demek... Ekran başındakiler haberdar olsun diye, tüm gün uğraşır haberci... Takdir edilmesi gerekirken, üzerler çoğu zaman... Ama habercilik sevdasıdır onları ayakta tutan...