28 Aralık 2012 Cuma

Töreniz batsın...

Hatice... 15 yaşında... Gencecik bir kız...

Kahrolası törenin son kurbanı...

Tek kare fotoğrafı yok... Öldüğünde cinayet büronun çektiğini saymazsak.

Nüfusa kaydı bile yoktu... Onun için 13 yaşında imam nikahı ile evlendirdiler, hiç tanımadığı biriyle. Okula gidecekken, akranlarıyla sokakta oyunlar oynayacakken, bir adamın koynuna soktular...

Üç beş kuruş başlık parasına Batman'a gelin gitti... Şiddet hep şiddet gördü. Fazla dayanamadı, kaçtı ailesinin yanına sığındı... Ama olur mu böyle bir şey, nasıl gelirsin sen dediler, dışladılar.

Yapayalnızdı ama daha çekeceği vardı. İki kuzeni utanmadan, sıkılmadan canları, ciğerleri Hatice'ye tecavüz etti.

Kimselere diyemedi Hatice. Sustu, susmak zorundaydı çünkü. Nasıl diyebilirdi ki... Buna hakkı yoktu, zaten yoktu o...

Aradan bir kaç ay geçti. Hissetti, içinde bir can taşıdığını... Dünyası başına yıkıldı, çocuğu düşürmeyi düşündü, yapamadı, kıyamadı garibe...

Cesaretini topladı ailesine anlattı her şeyi... Babası yıllar önce öldüğü için başlarında büyük olarak dedesi vardı. Bir de amcaları, hani kendisine tecavüz eden iki kuzeninin babaları...

Anlattı amcalarına, senin çocukların bana tecavüz etti dedi, hangisinden hamile kaldığımı bile bilmiyorum diye de ekledi...

Aile meclisi toplandı hemen, dedenin başkanlığında... Umutluydu ama olmadı... Ceza kesildi. Ölüm...

Töreydi bunun adı onların lügatında, nasıl bir töreyse. Töreleri batsın. İki amca, çocuklarına hiçbir şey soramadı. Kaçtı iki kuzen, kayıplara karıştı. Delikanlıydılar ya, kaçmak yakışırdı onlara.

Ve kalem kırılmıştı bir kere. Aldılar Hatice'yi Batman Çayı'na götürdüler. Boğdular iple... Attılar sonra suya. Arkalarına bile bakmadan döndüler evlerine..

Yoktu artık Hatice. Bir çoban buldu cansız bedenini. Polis, savcı derken olay ortaya çıktı. Dede ve iki amca tutuklandı...

İşte orada çekildi tek ve son fotoğrafı Hatice'nin...

Ama çilesi bitmedi Hatice'nin... Aldılar götürdüler hastane morguna. Biri gelir de alır diye beklediler. Nelen gelen vardı ne de giden. Sonra amcalarından biri geldi, aldı cenazeyi...

Töre kurbanı Hatice'nin cenazesini Diyarbakır'da Yeniköy mezarlığına bıraktı gitti, hiç utanmadan...

20 yürekli kadın sahiplendi Hatice'yi... Cenaze namazı bile kılınamadı genç kızın... Kefenlenmeden, yıkanmadan siyah ceset torbasına kondu ve öylece gömüldü..

20 yürekli kadın gözyaşı döktü arkasından, yapabildikleri sadece buydu çünkü...

Zaten yaşamıyordu Hatice... Nüfusta kaydı bile yoktu. Yokluğuna da kimse şaşırmayacaktı zaten...

Hatice öldü ama asıl ölen insanlık... Yüreğinde sevginin kırıntısı bile olmayanların ölümü aslında bu.

Yıl 2012... Diyarbakır... 15 yıl önce annesinin karnından merhaba dedi hayata, hiçbir şey yaşamadan göçüp gitti... Nur içinde yat Hatice.

Her şeyi 1 günde unutan Türkiye, emin ol, senin de yarın unutacak..

7 Aralık 2012 Cuma

ecdad bahane, rant şahane...

Yıllar önceydi... Hayatımda ilk defa yurtdışına çıkacaktım... Heyecanlıydım. 15 yaşındaydım. Bir kaç kere istanbul dışına adım atmıştım ama, Edirne'den dışarı ilk kez olacaktı bu. Üstelik uçakla...

Almanya'ydı gideceğim yer. Türklerin yoğun olarak yaşadığı Frankfurt kenti... Teyzem, eniştem ve kuzenler karşıladı beni havalimanında.

Uzun bir araba yolculuğu sonrası köyümüze geldik. Ama köy dediğime bakmayın enfesti her yer. düzenli evler, otoparklar, yeşil alanlar...

Neyse uzatmamayım. tarih ve modernizm içiçeydi. Bunu Türkiye'ye döndüğümde daha iyi anladım..

Yıllar sonra bu kez iş için Paris'teytim. Hani romantizm başkenti olanı... Eyfel Kulesi'ni gördüğümde bir kaç dakika kendime gelemedim... Seine Nehri olağanüstüydü... Ama asıl mükemmel olan neydi biliyor musunuz? Rehberimizin söylediklerinden sonra çok net anladım...

Bu nehir kenti ikiye bölüyordu. Bir tarafta eski Paris, diğer tarafta yeni, modern Paris. Eski yani her şey yüzyıllar öncesinden kalma ama bir o kadar da taze... Kendimi bir film setinde gibi hissettim. Tarih kokuyordu adeta. Sanki birazdan otomobiller gidecek, at arabaları geçecek gibiydi...

Bir ülkenin tarihine ne denli sahip çıktığını çok net anladım orada.. Sadece kilise ya da köprüler değildi özenle korunan, şehrin yarısıydı dimdik ayakta duran..

Ah güzel ülkem dedim içimden.. Biz de öyle mi? Tarihle ilgili ne varsa yok ettik elimizle.. Yıllarca sildik, üstüne bina, yol yaptık... Gömdük iyice dibe... Kimse görmesin istedik...

Sonra gelişeceğiz ya, yeni yollar yapmak için kazdık, bir de ne görelim tarih fışkırdı yerden.. Çanak çömlek dedik, elimizin tersiyle ittik. Bunlar işimizi zorlaştırıyor diye olduğu yerde bıraktık...

Tarihi camilerin, kiliselerin önüne sanayi sitesi kurduk, yeşil alanların tam ortasına çay bahçeleri açılmasına izin verdik.

Bir zamanlar takım elbiseyle dolaşılan, entellektüel Pera yani Beyoğlu'na alışveriş merkezi kondurduk.

Şimdi yetmedi, tarihin tozlu sayfalarına tanıklık eden emek Sinemasını yok ediyoruz. Yıllardır önünden geçenin bir kez bile olsa uğradığı İnci Pastanesi'ni yok ediyoruz el birliğiyle..

Tarihin başkentiyiz, ecdadımızın yaptıklarıyla övünüyoruz, eleştirenleri yerin dibine sokuyoruz. Bari bunu yaparken biraz samimi olun, en azından onların mirasına sahip çıkın...

Ama nerde. Ecdad bahane, rant şahane...

4 Aralık 2012 Salı

Muhabir köpekbalıklarıyla...


Bu kez dünyanın en büyük tematik akvaryumlarından İstanbul Akvaryum'da, köpekbalıklarıyla dalış yaptım. Onların nasıl beslendiklerini mutfaktan başlayarak öğrendim. Heyecan dolu bir geziydi.

Perşembe akşamı saat 23:55'te Skyturk360'da.

1 Aralık 2012 Cumartesi

21 aralık...

Varsa yoksa 21 Aralık...
Esrarengiz gezegen Marduk, dünyaya çarpacak, kıyamet kopacak. Milyarlarca insan hayatını kaybedecek...
Dünya yeniden 0'a dönecek...
Sadece şanslı azınlık hayatta kalacak...

2012 filminin senaryosu değil bu, dünyada milyonlarca kişinin üzerinde konuştuğu, tartıştığı kıyamet senaryosu...

Üstelik filmden farklı olarak, bu kez hayatta kalan kalantorlar, Güney Afrika'nın Ümit Burnu'na devasa gemilerle taşınmayacak...
Bu kez kalantorlar, İzmir'in küçük kasabası Şirince'de ya da Fransa'nın güneyindeki küçük bir köyda hayatta kalacak...

Evet sadece kalantorlar hayatta kalacak. Zira, Şirince'de 21 Aralık günü konaklamanın bedeli binlerce lira tutuyor... Asgari ücretle geçinen Türk halkının buraya gelmesi pek mümkün değil. Hatta, hemen yanı başındaki Selçuk ilçesi'nden de oraya gidebilecekler sınırlı gibi...

Yurtdışındaki milyarlarca orta direği saymıyorum bile.. Bir de onlara ekstradan uçak bileti masrafı çıkıyor...

Fransa için de aynı şey geçerli, Monaco'nun kalantorları çoktan kapatmıştır orayı...

Yani anlayacağınız, kıyamet bile geliyor orta direği ve fakiri vuruyor...
Zaten her gün hayatta kalmak için kıyamet gibi günler geçiren gelir düzeyi düşük insanlar için kıyametin pek de bir şey ifade ettiğini sanmıyorum..

Bir de şu nokta var. Kendini entellektüel olarak nitelendiren zat'lar, Nasa'nın yaptığı ''kıyamet kopmayacak'' açıkmasına şüpheyle yaklaşıyor. Hatta ''vahiy mi geldi Nasa'ya'' diyen bile var...

Ey entellektüel zat, bundan önce hep bilimsel çalışma diye bir taraflarını yırtarken, neden kıyamet konusunda batıl inançlara kendinizi kaptırıyorsunuz...

Uzun lafın kısası, insanları korkuya sürüklemek doğru değil... Birçok yerde duydum, ortaya çıkan kimliği belirsiz kişiler, hep Allah'a dönün, ışığı takip edin gibi, dini konularda vaaz veriyor..

Mesele ortada. Kıyamet kopar ya da kopmaz, siz iyi insan olun, gerisini de Allah'a bırakın...

27 Kasım 2012 Salı

Yapma bunu... Yap bunu...

Nedir bu dizilerden alıp veremediğimiz...
Herkes birini hedef almış saldırıyor fütürsuzca...
Son olarak Başbakan da el attı bu konuya... Tepki göstermekle kalmadı, kanalın sahibini bile kınadı. Anlaşılan ne yapsan da, ne kadar suyuna gitsen de başbakan, adamımdır demiyor, gelişine çakıyor.

Türkiye'de önemli bir sektör dizi sektörü. Binlerce kişi yemek yiyor. Çoğu zaman çalışma şartlarından şikayet ediliyor. Ama gel gör ki, ecdad konusunda bu kadar hassas olanlar, emekçilerin hakları konusunda kılını bile kıpırdatmıyor...

Muhteşem Yüzyıl, 150 milyon kişi tarafından dünyanın dört bir yanında izleniyor diyerek koltuklarını kapartanlar, o sette gece gündüz, soğuk sıcak, kar yağmur demeden çalışanların haklarını sormayı akıl bile edemiyor.

Öyle bir ülke ki, 2 numara istiyor diye (başbakan yani) damadının kanalında dizi yapılıyor. Türban taktırılıyor, izleyin deniliyor. Bu dizi nedense bizim örf ve ananelerimize uygunmuş.

Amerika'da, yönetmenler, yapımcılar, kendi ülkerindeki liderleri, hatta ecdadlarını eleştirken, göbeğinizi kaşıyıp, hah hah hah demeyi iyi biliyordunuz. Ona niye karşı gelmediniz. Niye tepki göstermediniz...

Popülist olmak için dizilerle uğraşmaya gerek yok. Sen başbakansın, büyük düşün derim... Ülkenin sorunlarıyla uğraş. Ekonomiyi rayında götür, emekçilerin haklarını ver. Memura zam yapmayı sürdür.

Elalelim yabancısı benim aldığımız yarısına araba almasın... (60 bin liralık arabanın ötv'siz hali 38 bin lira. 18 bin lira ötv, gerisi de kdv), dünyanın en pahalı benzinini kullanmayalım. (ha pardon bu aralar norveç önde)

Elindeki gücü kullanıp, kafan estiğinde işadamlarına, gazetecilere kısacası istediğin herkese tehditler savurma.

Bir gün de yüreğin yetiyorsa, sana çanak sorular sormayacak gazetecilerle bir televizyon kanalına çık.

İleri demokratım diyorsun da, yüreğin varsa, muhalefet liderleriyle aynı ekranda açık oturuma katıl. O eleştirdiğin eski liderler senden daha yürekliydi. En azından yüz yüze tartışabiliyordu.

Elinde güç var diye, şirketleri arkalarından vurup, işadamlarını zorda bırakıp, kanallarını elinden alıp, eşine dostuna verme. Ben maaşımı aldığım bankadan kredi çekemezken, sen eşine dostuna devletin bankasından milyon dolarlık kredi verdirme.

Şiir okuduğun için seni içeri atanlara kızarken, kitaptan nasıl bomba ürettiğini halka açıkla.

İnsanları ölümü gösterip, sıtmaya razı etme... İnsanları kömürle, bulgurla, dinle, kitapla kendine bağlama...

Balkona çıkıp ahkam kestikten sonra, tam tersini yapma.

Ülkenin insanlarının dini duygularını sömürme, din senin tekelinde değil. Allah'a inanmak, sana oy vermekten geçmiyor, bunu bil önce. İnsanların zaaflarından yararlanma.

Yapma bunları...

-----
Ha bu arada, Muhteşem Yüzyıl'ı o dönemi hatırlamak için izliyorum, Kanuni gözümde küçülmüyor, daha da büyüyor. 40 küsür sene padişahlık yapmış birini canlandırıyorum gözümde.
Seksenleri izliyorum. Çünkü özlem duyuyorum o yıllara, her şeye rağmen özlem. Sizden ötürü...
Yalan dünyayı izliyorum, gülüyorum doyumsuzca...
Behzat ç'yi izliyorum, rakının ne de güzel bir şey olduğunu görüyorum. Dostluğun, Ankara'nın güzelliğine varmak için...
Kuzey Güney'i izliyorum. Bade işçil çok güzel kız, sırf onu görmek için.
İşler Güçler'i izliyorum, tüm iş yorgunlugu ve stresini onunla gülerek attığım için..
-----

Bence başbakan, sen de bu gözle izle dizileri. Bak o zaman sorun kalmayacak..

1 Kasım 2012 Perşembe

Büyüdük büyüdük, kentsel dönüşümle büyüdük...

Hani bir reklam filmi var. Süt reklamı... Bir nesil bizimle büyüdü diyorlar spotlarında...

İşte aynen öyle.. Bizler de bir nesil mahalleyle, toprakla, çimenle, ağaçla, misketle, komşuyla, su birikintisindeki kurbağalarla, boyumuzu aşan karla, bahçelere dalmakla, bize en yakın plajda denize girerek, özgürce mahalle aralarında top oynayarak büyüdük..

Daha kentsel dönüşümün başlamadığı, İstanbul'un ranta dönüşmediği dönemlerdi... Biz çocuklara geniş geniş oyun alanlarının sağlandığı, şoförlerin taştan kale direkleri arasından dikkatlice geçtikleri, hatta gülümsedikleri dönemlerdi...

Bahçesine daldığımız büyüklerimizin ''lan sizi bi elime geçirirsem'' diyerek bağırdığı ama asla küfretmediği dönemlerdi...

Kolluklarımızı takıp, yürüyerek, şarkılar söyleyerek plajlara gittiğimiz, koli basilinin ne olduğunu bile bilmeden yüzdüğümüz dönemlerdi.

Yıllar yılları kovalamadı, İstanbul rant kenti oldu... Kentsel dönüşüm adı altında her yer betonlaştı.

Sormadılar kimseye... Oy verdiklerimiz bile sormadı, buralara bina yaptıracağım uygun mu size diye.

Birer birek yok ettiler mahallelerimizi, doğal oyun alanlarımızı. Kirlettiler denizlerimizi... Artık kurbağa bile göremez olduk. Yüksek binalar diktiler. Evini vermeyene kötü gözle baktılar...

Kentsel dönüşümün sadece bina yapmak olduğunu düşünüyordu zihniyet. Kimse yahu burayı da doğal haliyle bırakayım demedi..

Müteahitler çıktı, babasının ormanı gibi ''kim istemez böyle bir ormanı'' diye hava attı. Ardından da daracık daireleri dünyanın parasına sattı.

Meydanlar şehirlerin vizyonudur dediler, Taksim Meydanı'nı kazmaya başladılar. Yayalaştırma adı altında, betonla dolduracaklar.

Beton yığını dediğimiz New York'ta bile İstanbul'da olmadığı kadar büyük bir park var. Hani filmlerde sık sık gördüğümüz...

Bizde de ormanlar var.Ama yandaşlara büfe olarak kiralanan ormanlar. Artık nefes almak bile parayla olacak anlaşılan.

İstanbul çok kalabalık, artık göç almamalı deniyor ama, tek katlı evlerin yerine devasa binalar yapılıyor... Daha fazla inanın gelmesi isteniyor... Dandirik havuzlar, parklar konularak sitelere, sosyal tesis adını veriyorlar..

Dönüşüyoruz belki ama sadece binayla... Çocukluk özlemi hayallerimizle değil...

28 Ekim 2012 Pazar

Köpekbalığı dalışı...


Dünyanın en tehlikeli deniz canlıları olarak bilinen köpekbalıkları ve vatoslarla aynı suda olmak.

İstanbul'un en büyük tematik akvaryumunda bu deneyimi bizzat yaşadım... Dalış eğitmeni Yurt Hoca'yla birlikte Pasifik Okyanusu'nda yaşanan köpekbalıkları, vatoslar ve binlerce tür balıkla birlikte aynı suda yüzdüm.

İlk başlarda korku hakimdi... Sayıları 20'yu bulan köpekbalıklarının yanıbaşımda olması tedirgin etti... Ama sonrasında korku yerini heyecana bıraktı... Bu kadar yakın olmak muhteşemdi...

Vatosların bir hayli arkadaşça yaklaşmaları da şaşırttı. Onlara dokunmak süperdi..

Bu deneyimi yaşamam mümkün. Ama bir şartla.. En azından 1 yıldız dalıcı brövesi sahibi olmak... Sonrasında ücreti karşılığı bu dalış gerçekleştirilebiliyor.

89 yıl öncesine gitmek...

89 yıl geçti aradan... Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve yüreği bağımsız Türkiye ateşiyle yanan milyonların kurduğu Cumhuriyetin üzerinden...
 
Bir diriliş mücadelesiydi... Var olma savaşıydı... Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Alevisi, Sünnisi, Doğulusu, Batılısı... Gözünü bile kırpmadan can verdi, Cumhuriyet için...

Cumhuriyet'i anlamak, Atatürk'ü anlamak aslında... Milyonların nasıl gözü kara bir şekilde ona bağlandığını anlamak demek...

Aradan 89 yıl geçti... Kutlama tartışması yapılıyor bugünlerde.. Vahim bir durum... Halkın Cumhuriyeti kutlamasına standart getirilmeye çalışılıyor...

Halkın inadı, geçmişe olan özlem... Cumhuriyet'e olan bağlılık... O günlere duyulan vefa..

89 yıl önce tertemiz insanların yarattığı, armağan ettiği Cumhuriyete sahip çıkma duygusu...

Standartlara karşı çıkış... 10 yıl önce sorgusuz sualsiz istenildiği gibi kutlanan Cumhuriyet'e yasak getirilmesine karşı çıkış..

Emin olun ki, eğer sihirli bir değnek olsa elde avuçta her şey çok kolay olurdu..

Nasıl ki, dün gece saatlerini 1 saat geri alanlar, hayatlarını da 89 yıl öncesine alırdı...

Bu arada bir hatırlatma... Yarın Ankaralılar tüm karşı çıkışlara rağmen, Birinci Meclis önünde kutlayacak Cumhuriyet'i...

Bağımsızlığın temelinin atıldığı Yüce Meclis'in önünde... Mustafa Kemal Atatürk'ün dualarla açılışını yaptığı yerde...





26 Ekim 2012 Cuma

Zorunuza gitmesin...

Biri çıktı, 29 Ekim ile 10 Kasım arasında çok zaman yok. İki kere çıkmanın ne anlamı var. O gün çıkılacak şimdi çıkmasak da olur dedi.

Biri çıktı, kimin valisi olduğu belli olmayan biri (aslında belli de); 29 Ekim kutlamasını pastane köşesine sıkıştırdı.

Ailelerin çocukları için doğum günü bile yapmayacağı bir yere. Sanki o ilde otel, orduevi ya da başka bir yer yokmuş gibi. Allah'tan bodrum katındaki bir düğün salonu falan tercih edilmedi.

Başkent Ankara'nın valisi çıktı, istihbarat var dedi, sokakta kutlamaya izin vermeyeceklerini söyledi. Milleti eve tıkamak istedi.

Nasıl valiyse istihbaratı alıyor, çözümü milleti eve hapsetmekte buluyor. Senin görevin korumak, yemiyorsa bırak o işi, daha iyi yapan gelsin.

Başvekil çıktı, valim ne diyorsa doğrudur dedi. Hipodroma gelin diye de ekledi. Her fırsatta ''biz bütünleştiriciyiz diyor ama Chp'li belediyeleri işaret ederek, onlar nerede istiyorsa kutlasın'' demekten de geri kalmıyor.

Beyler, bu kadar mı zorunuza gidiyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün armağanı Cumhuriyeti kutlamak.

Bu kadar mı zorunuza gidiyor, onun için, ülkesi için gözünü bile kırpmadan şehit olanların anısına saygı göstermek.

Bu kadar mı zorunuza gidiyor, saltanat ve hilafetin kaldırılması.

Bu kadar mı zorunuza gidiyor, tekke ve zaviyerin kapatılması.

Bu kadar mı zorunuza gidiyor, Atatürk adının hep zikredilmesi...

Zorunuza gitmesin, hoşunuza gitsin. Sadece chp'lilerin ataları savaşmadı oralarda. Emin olun ki, Bdp'liler kadar Akp'lilerin de ataları şehit oldu. Mhp'lilerin de büyükleri şehit düştü.

Genelge falan boş işler. Nasıl siz mağdur olduğunuzu söylediniz ve tırnaklarınızla geldiniz buralara. Emin olun ki, Cumhuriyt sevdalıları da tırnaklarıyla gerekirse bir on sene daha kazır, buraları sizlere yar etmez...

Genelge falan boş işler. Yazıyla ancak sizler kendinizi tatmin edersiniz, yüreklerdeki Cumhuriyet sevdasını atamazsınız...

Onun için beyler; sizler Atatürk'ün armağan ettiği hiçbir bayramı kutlamayın bizim için sıkıntı yok. Ama kutlayana da mani olmayın, şöyle kenarda bekleyin...

20 Ekim 2012 Cumartesi

Alper Terzioğlu... Soyu sopu belliymiş...

Vatandaşın biri çıkmış, ne olduğu, kim olduğu belirsiz biri, Gazi Mustafa Kemal atatürk'le ilgili atıp tutuyor. Hem de ağza alınmayacak küfürlerle...

Uzaktan baktığınızda müslüman görünüyor. Ama şöyle bakış açınızı değiştirin sıfatı, sütü bozuk bir şahsiyet çıkıyor ortaya.

Ülkenin kurucusu birine nasıl bir kinse bu sayıyor, sövüyor. Sanki yıllar önce bu zat'ın ailesine kötü şeyler yapmış Ata'mız. Açıklasa da belgeleri öğrensek, acaba dedesine ninesine nasıl bir kötülük yapmış Mustafa Kemal?

Valla helal olsun hiçbir şey üretmeden, bilimsel bir tez yazmadan, icat yapmadan, nobel vs gibi ödüller kazanmadan, bu kadar konuşturdu kendini.

Kemalistlere kızgın anlaşılan. Bu Kemalistler acı vermiş anlaşılan. Onlara laf çakarken Ata'yı da aradan çıkarıyor.

Eminim, Mustafa Kemal'le savaş alanında savaşan şehitler, ahirette çok rahatsızdır bu adamdan. Söyleyebilseler neler derler kimbilir. Acaba bu adamın dediği gibi ağızlarını bozarlar mı? Sanmam. Onlar adam gibi adam, birileri gibi müsvette değil.

Çok değil bir kaç yıl önce son kurtuluş savaşı gazisi duysaydı bunları oracıkta ölürdü. Sütü bozuk biri çıkmış, savaş meydanında ölümlerden dönen biri için neler diyor neler.

Kızıyor millet... Kızmayın... Şefkat gösterin ona. Nereye oynuyorsa bırakın oynasın. Siz küfretmeyin. Seviyesine inmeyin. Ne demişler ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz...

19 Ekim 2012 Cuma

Avni Özgürel...

Avni Özgürel... Yılların gazetecisi. Radikal'de yazıyor. Şimdilerde internet medyasına da el atarak hayatını idame ettiriyor.

Siyaset Meydanı'nda sosyal medyanın tartışıldığı programda söyledikleri, bir gazeteci olarak beni hem şaşırttı hem de şoka soktu.

Yıllarını bu mesleğe veren, mürekkep yalayan, matbaalar arasında hayatı geçen biri nasıl olur da böyle konuşur diye düşündüm.

Konuşmayı aynen aktarıyorum...

''Gazeteciliğin esası halkın haber alma hakkıdır. Bu hakkı tv ile gazete ile internet medyası ile karşılayabiliriz. Hayat öyle bir hız aldı ki anında öğrenme talebi oluştu. Şimdi tartışmada odak noktası ticari oldu. Biz haber üretiyoruz bunlar da bedava alıp kullanıyor diyorlar. Zannedersiniz ki çok özel haberler yapıyorlar da birileri de alıp bunları çalıyor.''

Evet haber almak herkesin hakkı. Ama emek de yapanın hakkı.

Konu, internet medyasının gazete haberlerini birebir alıp yayınlamasıydı. Belki onlar da abartılı davrandı evet. Ama bir gazetecinin, meslektaşlarına yönelik ''zannedersiniz ki çok özel haber yapıyorlar'' sözü çok ağır oldu.

Ey Avni Özgürel... Gazeteciler artık özel haber yapamıyorsa, bu onların değil, sizlerin suçu. Yıllarca genel yayın yönetmenlerine, iktidarlara, güç kimdeyse onlara yanaşmaktan, onların dediklerini yapmaktan bir şey üretemez hale getirdiniz emekçileri.

Şöyle bir geçmişe bakıyorum da, Adınızı yazdığımda karşıma beni heyecanlandıracak hiçbir şey çıkmıyor. önce siz bugüne de Türkiye'ye, gazeteciliğe ne kazandırdınız onu bir deyiverin de ondan sonra gecesini gündüzüne katan emekçilere laf söyleyin.

Bir yanlışı düzeltmeye çalışırken, bir başka yanlış yapmayın. Nereden geldiğinizi unutmayın... Unutmayın ki, siz medyaya saygı duymazsanız, kimse duymaz...

12 Ekim 2012 Cuma

Yolun açık olsun tayyar...

Akp'nin, (gbyp) genel başkanı yüceltme ve pohpohlamadan sorumlu milletvekili Şamil Tayyar, yine kendinden bekleneni yaptı ve Suriye krizi ile ilgili enterasan bir cümle kurdu...

Tezkerenin geçmesiyle hayli mutlu olduğu gözlenen ve savaşı Call Of Duty sanan Tayyar, Şam'a varış süresini açıkladı..

Astronomik verileri bir bir hesaplayan Tayyar, sonunda 3 saatte Şam'a varılacağını açıkladı... Tepkiler gecikmedi. ilahiyatçılar ikiye bölündü... Şamil Tayyar'ın 3 saatte gidemeyeceğini, güneşin doğuşu ve batışıyla ilgili hesaplarının yanlış olduğunu, 28 dakikalık bir oynama olacağını söyledi.

Hak veren ilahiyaçılarsa, bizler yıllardır aynı formülü uyguluyoruz ve Tayyar'ın dediği doğrudur. Hsaplamada hata yoktur. 3 saatte Şam'da olunur açıklaması yaptı..

Farklı açıklamalar sonrası kafası karışan halk, noluyor, Şam arasına yeni yollar mı yapıldı bizim haberimiz yok demeye başladı..

İktidarın yeni duble yol çalışmasına başlamasıyla Tayyar'ın rüyası gerçekleşmek üzere... Eğer bu hızda giderse 7,5 ay sonra Akçakale'den Şam'a direkt duble yol tamamlanmış olacak..

İşte o zaman, Şamil Tayyar ve saz ekibi, Bastı mı gaza 3 saatte Şam'da... O zaman bize ne demek düşer..

Yolun açık olsun Tayyar...

6 Ekim 2012 Cumartesi

Yurtta Sulh, Cihanda Sulh...

Nerden nereye... Başbakan Erdoğan'ın literatüre soktuğu naçizane söz dizimi...

Her defasında geçmişle hesaplaşmasıyla tanıyoruz kendilerini... Her konuşmasında Cumhuriyetle olan sorununu bir şekilde ortaya koyuyor. Ya 10. Yıl Marşı'na söz söylüyor, Türkiye'nin demir ağlarla örülmediğini iddia ediyor...

Ya da Atatürk'ün halefi İnönü'ye laf söylüyor, onu eleştiriyor. 1940'larla 50'lerle günümüzü bir tutuyor. Cami diyor, ahır diyor, darbe diyor... Diyor da diyor...

Aslında amaç belli Atatürk.. Ama şimdilik tutuyor kendini...

Bugünlerde de bir söz çıkardı ortaya... ''Hazır ol cenge istiyorsan sulhu salah''...

Appius Claudius, Horatius, Livius ve Senaca’nın olduğu ileri sürülen bu söz, Cicero’nun yapıtlarında “Qui desiderat pacem, praeparet bellum” yani “Barışı isteyen, savaşı göze alır” biçiminde yer almaktadır.

Şimdilerde Başbakan Erdoğan'ın dilinde... Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Yurtta Sulh Cihanda Sulh'' sözünün üstüne çizercesine bu sözü dile getiriyor artık...

Eee haliyle Suriye'yle savaşın eşiğine gelinmiş olması sonrası başka ne beklenirdi ki... Kurucusuna ssövülen bir ülkede kurucunun söylediği sözün üzeri  elbette çizilir.

Artık barış değil, savaş zamanıdır çünkü... Birileri istiyor diye çünkü. Mezhep farklılığı için çünkü...

Evet nerden nereye geldik... Tüm dünyaya barış söylemiyle örnek olan bir liderden, savaşı özendiren bir lidere...

Burdan bir öneride benden olsun. Babamın kolundaki dövmede yazıyordu.

''Barış için savaş''...

2 Ekim 2012 Salı

Baransu'ya...

Biliyorsunuz El Arabiya Gazetesi geçenlerde Hatay'da ölen pilotlarımızla ilgili belge (kağıt parçası) açıkladı... İddiaya göre Suriye, pilotlarımızı sağ buldu, sorguladı, ardından öldürdü ve enkaza geri bıraktı.

Tabii bunu duyan akıllı gazeteciler hemen atladı. Suriye şunu yaptı, bunu yaptı. Hatta bunun mümkün olabileceği söylendi..
Onlardan biri de ordinaryüs gazeteci Mehmet Baransu. Twitter hesabından, önce kendini övdü övdü bitiremedi. Ben şöyleyim, böyleyim dedi durdu. Uzman ya kendisi ardından şunu dedi; Profesyonel bir dalgıca sorarsanız, size, bir kişinin öldükten sonra nasıl kurşun gibi deniz altına inebileceğini anlatır.
Yani demek istediği, Suriyeliler öldürdü, ardından da enkaza hoooop attı, pilotlarımız da oraya nokta atışı gibi yerleşti.
Dediğini yaptım, profesyonel bir balıkadama sordum, böyle bir şey mümkün mü dedim.

Aynen aktarıyorum...

Ölen bir kişi ancak ayağına ya da vücuduna bir şey bağlarsanız, batabilir.
Ölen bir kişinin hiçbir engele takılmadan metrelerce inmesi mümkün değil. Çünkü bin 300 metrelik bir derinlikte en az 20 kadar değişik akıntı bulunur. O nedenle cesetlerin direkt olarak inmesi söz konusu olamaz, mutlaka bir engele takılmaları olağandır.

Bırakın o kadar derinliği 20 metreden bir taşı bile deniz dibine koyduğunuz tenekeye isabet ettiremezsiniz.
Bir de örnek verdi balıkadam büyüğümüz. Karadeniz'de U-21 denizaltısını denize indirmek isteyen ekibin amacı 300 metreydi. Ancak öylesine akıntı vardı ki, batırma işlemi 20 küsür metrelerde son buldu.
Zaten Suriye'nin de böyle bir teknolojiye sahip olma ihtimali yok diye de ekledi... 
Hatırlarsınız Türkiye'nin bile o derinlikte bir şey bulma gücü yok. Sağolsunlar Amerikalılar yardım etti de, pilotlarımızı bulabildik.

Uzun lafın kısası. Ağzı olan konuşuyor diye bir söz vardır. Bilirkişi olduğunu, her şeyi bildiğini sanan bu kişilere de insanların gözü kapalı inanması kötü.

Araştıran bir Türkiye, bu gibi insanların boş laflarını günyüzüne çıkaracaktır elbet.

             

26 Eylül 2012 Çarşamba

Neşet Usta'ya...

Boşuna dememişler her ölüm erken ölüm diye... Neşet Usta'nın da öyle oldu... Daha çok şeyler verecekken göçüp gitti.

Boşuna demezler Allah sevdiği kulunu erken alır diye. Neşet Ertaş'ı da aldı yanına... Nur içinde yat...

Alçakgönüllüydü... Öyleydi gerçekten... Vatanına yeniden döndükten sonra sevenleriyle buluşmaya başladı. Ve öyle bir buluşmada ben de vardım... 6 yıl önceydi.. Atv Haber'de, Neşet Baba'nın küçük bir belgeselini hazırlama görevi aldım...

Çok heyecanlıydım, Her türküsüyle gözyaşlarımı tutamadığım büyük ustayla tanışacaktım...

Harbiye açık Hava Tiyatrosunda kapıda karşıladı bizi.. Kulise geçtik... Odası vardı.. Şöyle bir bakındım etrafıma.. Ne koruma ordusu vardı etrafında ne de odasında meyve sepetleri, şampanyalar...

Sadeydi her şey... Ceketi üstündeydi... Elinde de bağlaması... Çekime başladık... Tezenesini vurmaya başladı bağlamasına.. Gözleri kapalıyıd... Sadece o ana odaklanmıştı... Hayran hayran izledim onu...

Röportaj yaptık... Öyle ağdalı değildi sözleri... İçinden ne geldiyse konuştu... Sen toparlarsın artık dedi bana... Öyle yürekten konuşuyordu ki, mest olmuştum..

Sonra bağlamasıyla çıktı sahneye.. Binler ayakta alkışladı dakikalarca... Oturmadı yerine Neşet Baba, alkış bitene dek bekledi..

Söyledi de söyledi... Gönül dağı dedi, Yalan dünyayı mıh gibi işletti yüreğimize.. Neredesin Sen'le hüzünlendirdi, Zahidem'le ağlatıı... Bİr kaç dakika sonra ise göbek bile attırdı..

Ve o gün anladım ki; Neşet Baba'yı bir kez olsun dinleyen asla kötülük etmezdi, kimseye kıyamazdı... Ama o gün anladım ki; Neşet Baba'yı yüreğinizin kulağıyla dinlerseniz anlardınız...

Ve onu yüreğiyle dinleyen, asla kötülük düşünmezdi...

Nur içinde yat Neşet Usta... Emin ol ki, seni yüreğimle dinledim...

17 Eylül 2012 Pazartesi

çocukluğumuzun masumiyeti...

Yeni eğitim yılı başladı...Kimi sancılı diyor, kimi olur böyle vakalar... Mini mini birlerle, büyük abiler sonunda beton blokların arasında tanıştı...
 
Başbakan Erdoğan, Denizli'ye gitti, açılışı horoz diyarından yaptı.Hayırseverlerin yaptırdığı İmam Hatip Lisesi açtı...
 
Kurdeleyi kesmeden önce kürsüdeydi... 28 Şubat'çılara çaktı... Niye kapattınız diye sordu. Cevabı da kendi verdi... Terörist yetiştirmiyor diye mi dedi...
 
Demek ki, düz liseler ya da benim gibi meslek liselerini seçenler terörist yetiştiren yuvalarda eğitim gördü. Allah'tan ana - baba düzgündü de iyi yetiştim biri olarak terörist olmadım. Benimle birlikte yüzlerce arkadaşım da...

Başbakan'ın açılışı imam hatiple yapması kendi tabanı için önemli bir mesaj... İşini yürütmek isteyenler için de... Hatta çocuklar için de... Başbakan buraya kadar gelip imam hatip açıyorsa, bu okullar iyidir düşüncesi salık verildi haliyle..

Bizim çocukluğumuzda vardı imam hatip... Hiçbir sorun da yoktu.. Arkadaşlarımız giderdi, bize de terörist gözüyle bakmazdı hiçbiri..

Yaz aylarında okul kapandı mı, alevisi-sünnisi mahalle camiine giderdik kuran kursuna... Eee tüm çocuklar oraya gittiği için yalnız kalmak istemezdi kimse... İdeolojik değildi gitme amacı, eğlenmekti, kuran öğrenmekti...

Camiden çıkılır, yine tüm zıpırlıklar yapılırdı... Küfürler de edilirdi. Kimse günah evladım dinde yok, haşa kafir misiniz siz, ne ayıp müslüman böyle yapar mı demezdi... Çünkü zorla değildi, yürekle giderdik camiye, kuran kursuna..

Ama şimdi her şeyi tekellerine aldılar... Giden bizden, gitmeyen sizden diyorlar... Aileler ya korkularından ya da mecburiyetten gönderiyorlar... Gitmeyen dışlanmasın istiyorlar... Şimdi seçmeli dersler için böyle olacak. Kuran ya da Hz. Peygamber'in hayatını seçmeyenler kendilerini yabancı hissedecek..

Çocukluğumuzun masumiyetini aldılar çünkü bizden....

nereye kadar...

Ne zaman ülkede acılar artsa, ne zaman işler kötüye gitse, Başbakan Erdoğan çıkıyor ekrana, ağzına geleni söylüyor. Ama bu öyle böyle sözler değil. Nefret kusuyor adeta.

Daha bugün Denizli'de İmam Hatip açılışında dilinden dökülenler, nefretin tam karşılığıydı. İmam Hatipleri kapatan zihniyete yüklendi aklı sıra.

Yüklendi ama sözlerinin nereye gideceğini düşünmeden. İmam Hatipler terörist yetiştirmediği için mi kapattınız dedi.

Vay vay vay... Binlerce okulda milyonlarca veli, terörist yetiştirmek için başka okullara gönderdi demek ki çocuğunu. Düz lise, anadolu lisesi, özel lise, meslek lisesine gidenler aslında teröristlerin de ekmeğine yağ sürdü demek istiyor galiba.

Ey Başbakan, ülkede sorunlar aldı başına gidiyor. Analar hala ağlıyor... Teröristler ülkeyi kanla yıkamaya çalışıyor. Sen gidiyorsun, eğitim yılının ilk günü okul açılışına. İyi güzel git tabi ama konuşma yaptığın yer bir okul bunu unutma.

Zaten dinleyenler de o okulun velileri değildir kesin, ordan burdan otobüslerle devşirmişlerdir oraya.. Her cümle sonrası alkış tufanı da cabası.

Bir eğitim yuvasında siyaset hep dilinde. ama kinle nefretle...

Nereye kadar Başbakan... Her köşeye sıkıştığında kömürle, ekmekle, bulgurla oylarını aldığın insanlara nefretini ve kinini boşaltmaktan vazgeç.

Açılışlarını yaptığın, (ki dünyanın hiçbir yerinde senin gibi bir başbakan durmadan tesis açmaz, açtığı tesiste de kendisine muhalefet edene küfretmez) yerlerde bırak siyaseti... Kusma içindeki kini, nefreti.

Gün gelir o kin ve nefret, boğar insanı...

31 Ağustos 2012 Cuma

Nedir derdiniz?

Milli Eğitim Bakanı nerden estiyse, 5,5 yaşındaki çocukları illa okula başlatacağım diyor...

Nedir derdiniz? Çocukları niye bu yaşta okula başlatıyorsunuz diye sorunca da, merak etmeyin, fizik, kimya, matematik öğretmeyeceğiz... Oyunlar oynayacaklar, sek sek yapacaklar, saymayı öğrenecekler.

Allah müstehakınızı versin demek geliyor içimden... Yahu tüm bunları öğreteceksiniz de, o zaman niye çocukları beton binalara hapsediyorsunuz..

Sek sek oynayacaklarsa, bunu 3-4 katlı binalarda koca koca çocukların arasında niye yapsınlar?

1'den 10'a kadar saymayı öğreneceklermiş... Ey ahali 3,5 yaşındaki kızım 20'ye kadar sayıyor, İngilizcesini de hatta...

Bunu öğretmek için prefabrik binalara gitmelerine nasıl razı oluyorsunuz?

Bu arada depremden sonra üniversitem zarar görünce bir süre prefabrik binalarda eiğitim görmüştüm. Kışın çok soğuk oluyordu, yağmurda su damlıyordu, bunu da hatırlatayım...

Güneyde hava sıcak, ya doğuda napacaksınız... Küçücük çocukları soğukla da imtihan edeceksiniz?

Milli Eğitim Bakanı sayın Dinçer, derdiniz de? 4+4+4'ü bir şekilde geçirdiniz bize. Bari çocuklarımıza ikinci bir şoku yaşatmasaydınız...

Şimdi aileler rapor peşinde... Eee sonuçta ne olacak, bugünün küçükleri yarının büyükleri olacak... Bu yıl gitmeyen önümüzdeki yıl gittiğinde sek sek mi oynayacak? 10'a kadar mı sayacak?

Bunun akıl mantıkla izahı yok...

Çok istiyorsanız çocukları okutmak, o zaman yapın güzel güzel bahçeli, parklı tek katlı okullar, orda okusunlar dilediklerince...

Ama sizin amacınız okutmak değil, okutmak soğutmak sanki...



''İnkılap'' tarih oluyor...

Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi... Kaldırılıyormuş. YÖK Başkanı üniversitelerden kazıyacakmış bu dersi...

Buyur yap... Kazı, üstüne kezzap dök... Beton at. Yetmez bence hafızaları da sil...Atatürk'ü sil hayatımızdan...

Şimdi birileri çıkacak bunlar bağnaz, gerici düşünceleri diyecek.. Gerçekten mi? Atatürk gibi geleceği gören biriyle ilgili bir durum hasım gericilik, bağnazlık, boş iy olabilir ki?

Ülkenin değerleri vardır. Bu kadar aleni küfretmek olmaz... Kendini ilerici, ikinci cumhuriyetçi, solcu, devrimci vs vs görenler buna destek oluyor ya en çok koyan bu.

Bu kadar mı nefret edilir birinden. Bu kindir tek kelimeyle. Okullardan silince rahatlayacak mısınız? Çelenk koymayı yasaklayınca sevgiyi mi azaltacaksınız...

Bazı değerler kalsa bir zararı mı olur? Atatürk ilkeleri artık size hitap etmiyor sanırım... Amerika'nın ilkeleri daha uygun galiba. Avrupa'nın dayatmaları daha tatmin edici anlaşılan.

Kaldırın Atatürk ilkelerini... Yerine Padişah'ım çok yaşa koyun... Erdoğan ilkeleri dersi de çok uygundur.

Bir zamanlar YÖK savar olan hükümetin de, bir anda YÖK sever olması manidar.

Bu arada bir de not iletmekte yarar var... Şu anki YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya İTÜ'de "Modernleşen Türkiye'nin Tarihi" dersinde hocaydı, bugünlerde İnkılap derslerini kaldırıyormaya meyletmesi enterasan...

Eee normal.. Atalarımız ne der. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin... Yapılan bu. Köprü geçildi büyük oranda, kılık değiştirme zamanı.

Bu arada bence böyle küçük işlerle uğraşmayın... Atatürk'ü komple silin hayatımızdan... Yol basit.. Anıtkabir'i kaldırın... Böylece size yaslayanların da derdine çare olursunuz..

19 Ağustos 2012 Pazar

Bayram...

80'lerin çocuğuyuz biz... Kin ve nefretin yüreğimize yerleşmediği dönemin... En azından bizim mahallede öyleydi.. Tek kanallı dönemle başlayan, ilk özel kanal star 1'in yayına başlamasıyla sevinç çığlıkları attığımız çocukluğumuz... Karıncalıydı ama olsun. Yepyeni bir kanal izliyorduk televizyonda.

Sokak hayatımızdı, sabah çıkar, tuvalet için bile dönmezdik. Ancak karnımız acıktığında gelirdik eve...

Misket, saklambaç, futboldu hayatımız... Her yer boştu... Yüksek binalar yoktu. Her yer bizimdi, tek hakimiydik mahallenin...

Mahalle arkadaşlığı vardı, kan kardeşliği de... Hiç korkmadan akıtırdık kanımızı... Yürekliydik...

Sağ - sol neydi bilmezdik... Alevi-sünni ayrımı yoktu aramızda... Kimse işaretmelezdi bizim evi alevi olduğumuz için... Yazları bütün mahallenin çocukları hemen az ilerdeki camide kuran kursuna giderdik...

Sonra çıkar hava kararana kadar oynardık, Başka mahallenin sınırlarına tek başımıza girmezdik. Mahalle maçları yapardık. 3 korner 1 penaltıydı... Taşlardı kale direklerimiz...

Ayşe teyze vardı, yan komşumuzdu... Sünniydi, alevi olduğumuzu bilirdi. Torunlarından hiç ayırmazdı bizi... Onlara verdiğinde bize de hazırlardı ekmek arası peynir...

Bayramlarda 10 lira harçlığımız ve tertemiz mendilimiz hazırdı. Kimseyi boş geçmezdi. Bakmazdı ne olduğumuza. Hiç lafını bile etmezdi... Allah nur içinde yatırsın, mekanı cennet olsun...

Biz de ayırmadık kimseyi... Asla duymadık ailemizden o sünnidir, sen alevisin. Sakın onla konuşma denmedi bize... Kardeştik biz, mahalle kardeşi.

Yıllar yıllar geçti, çok şey değişti, Türkiye ilerledi, teknoloji aldı başını gitti, yüzlerce kanal açıldı... Ama yüreğimiz hep geriledi çünkü Ayşe teyzeler gibileri göçüp gitti bu ülkeden.. Yürekler köreldi..


6 Ağustos 2012 Pazartesi

Ağlatmayın anaları...

Yine teröristler birliğe saldırmıştı. Şehitler ve yaralılar vardı... Haber merkezinde bilgileri toplamaya başlamıştık. Telefonlar hiç susmuyordu...

Birini kaldırdım. Ahizenin diğer ucunda ağlamaklı bir kadın vardı. Zor konuşuyordu... Evladım teröristler saldırmış, benim evladım da orada görevli, size gelmiştir bilgi acaba adı var mı şehitler arasında.

Gel de cevap ver. Acıydı bir şeyler söylemek. Yoktu ama oğlunun adı. Kadın ağlıyordu hala, bu kez sevinçten belki de. Oğlu yaşıyordu. Ama başka ananın oğlu yitip gitmişti...

Ağlayarak teşekkür etti. Kapattı telefonu. O an o evde tarifsiz bir mutluluk vardı... Evladı yaşıyordu. Ama ya biz... Bir aileyi mutlu etti söylediğimiz ama başka bir ailenin ocağına ateş düştü.

Kolay deği, yıllarca yetiştirdiğiniz bir evladı kaybetmek...

Düşünün bir...

Bebekken gazı nedeniyle geceler boyu yatmadığında sabahlarsın.

Yürümeye başladığında aman düşmesin diye peşinden koşarsın...

Biraz daha kendine geldiğinde, parkta düştüğünde, ayağı kanadığında içiniz cız eder..

Ya evladını şehit veren anne, baba. Onların yürekleri kavrulur. Bizler unuturuz bir kaç gün sonra ama o, ölene dek yüreğinde yaşatır acıyı... Geçmiş aklına gelir. Oğluyla yaşadıkları, kızması, belki de tokat atması...

Kızar kendine... Keşke bir fiske bile vurmasaydım der. Üzülür. Elden bir şey gelmez ama.

Ağlatmayın anaları artık...

Bırakın gücü, iktidarı... Ağlatmayın anaları...

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bizden adam olmaz...

Ergenekon, Balyoz, Alevi-Sünni çatışması, türban, ordu yönetime el koy, şeriat geliyor, Laz, Çerkez, Kürt, Ermeni, ya sev ya terket, camiler kışlamış, minareler süngümüz, Kemalist, Atatürkçü, laik ve daha neler neler...

Türkiye yıllardır bunlarla uğraşıyor, hatta uğraşmaya da devam ediyor... Bitti mi hayır...

Raylar aynı tren hızlı kaza yapıyor, 40 kişi ölüyor, suçlu makinist.
Uçak düşüyor, suçlu pilot,
Alevilere saldırı yapılıyor, suçlu davulcu,
PKK vuruyor, suçlu Kürtler,
Radyolara frekans ihalesi yapılacak, RTÜK üyelerine yalakalık yapılıyor, suçlu yönetici,
Futbola milyar dolarlar harcanıyor, çalışanlara 50 liralık zam çok görülüyor, suçlu personel.

Yani bu ülkede ne sorun varsa, bizlerin omzunda... Uğraşılan şey sadece polemik. Koltuğa oturan da ne onur kalıyo ne haysiyet ne insanlık ne vicdan.

Aman ben giderim başkası gelir, kaymağı o yer diye korkuyor çekip gitmeye... Tüm bunlara direnmeye.

Yıllar geçti kişiler değişti, konular değişti, polemik hep var. Yıllar önce şeriattı sorun, sonra laiklik oldu, ordu kötüydü, şimdi gazeteciler, yazarlar kötü.

Kardeşiz diye ahkam kesenler, bilsinler ki, insanları bölenden kardeş olmaz

Uzun lafın kısası... Bu ülke için canını verenler allah razı olsun, nur içinde yatın. Ama bilin ki, sizlerin ruhları incitildi ve buna da devam ediliyor. Sadece sözde hatırlanıyorsunuz... 7 gün sonra şehidin ne adı kalıyor ne sanı...

Biz yani seçtiklerimiz, sadece kendisini seçenlere yüzlerini döndüğü için bizden adam olmaz... İnsanlar, ben oraya girerem, cemaatten ya da Ak Parti'den değilim diye düşünüyorsa, köşe kapmaya çalışan zat-ı şahaneler, sadece yakalalık olsun diye cuma'ya gidiyorsa, oruç tutuyorsa, bugün buna, yarın başkasına diye düşünüyorsa, bizden adam olmaz...

Sonra dünyada adını sanını duymadığımız ülkeler çıkar, 1 bronz da olsa madalya kazanır, biz hala bekleriz...

19 Temmuz 2012 Perşembe

Yeşil'in gücü...


Devir değişti, sermayenin adresi de rengi de değişti...
Eskiden, delikanlıyken biz, para farklı yerlerdeydi...
İşini bilen ve emekli olunca şirketlerde başdanışmanlık yapan emekli askerlerde. .
Ve götürdükleriyle işini iyi bilen memur amcalarda.
En iyi evlerde onlar otururlardı.
Muhafazar geçinir ama onların pek namazla niyazla olmazdı... Onun için devasa camilere gerek yoktu.
Yakınlarda bir cami olsun da, cuma'dan cuma'ya gider geliriz diye düşünürlerdi.

Peki noldu? Sermayenin adresi değişti. Hatta rengi de değişti.. Eskiden kırmızı, beyaz, sarı, maviyken şimdi yeşil oldu hem de yemyeşil....

Artık lüks rezidanslarda, akıllı binalarda yeşil sermaye kendine sağlam yer buldu... Yılların verdiği boşluğun doldurulmasıydı bu. Hücum ettiler binalar... İstanbul'un dört bir yanında yükselen ultra lüks devasa binalarda oturkmaya başladılar, altlarında son model cipler..

Eeee her şey bu denli büyük ve lüks olunca haliyle ibadethane de olmalı... Camiler büyüdü, lüks oldu,
hatta en büyük oldu. Amaç ibadetten çıktı, gösterişe döndü.

Mimar Sinan Camii... Muhteşem mimarın adının verildiği cami. Ataşehir'de, yeşil sermayenin göbeğinde yükseldi. bugün yarın açılacak. Başbakan gelecek, kurdeleyi kesecek, gerinecek, övünecek. Dünyaya gösterecek eserini... Yeşil sermayeye evlerini açan işadamlarının koltukları kabaracak. Yeni işler alacaklar...

Çamlıca'ya yapın en büyüğünü... Yeşilin gücünü gösterin herkese...

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Bu para Güneş'in hakkı...

66 Bin başvuru...
2.2 Milyar Lira gelir...

Hükümetin bedelli askerlik projesi sonrası ortaya çıkan sonuç... Para kasada. Peki bu parayla ne yapılacak bilen var mı?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aslan payını engelliler, şehit yakınları ile gazilerimizin yararına harcayacak... Bitmedi bir de ‘şehitlik’ projesi var.

Nedir bu şehitlik projesi.. İngiltere ve Japonya'daki model gibi. Çok özel bir çalışma. Şehitliklerin yeniden modernizasyonu...

Şimdi bedelliden gelen parayla şehitlik yapılması ne denli mantıklı.. Aslında o para, bu ülke için canını verenlerin diyeti olmalı...

Binlerce şehit ve gazi yakını var Türkiye'de... Öğrencisi, engellisi, yaşlısı, genci, dulu. Bu para onlara gitmeli.. Para fonda toplanmalı... Tüm şehit ve gazilerin yakınlarının profili çıkarılmalı. Onlara pay edilmeli.

Okumaları sağlanmalı, iş bulmaları sağlanmalı... O paranın tek allah kuruşu başka yere harcanmamalı...

Şehitliklerin yenilenmesi başka türlü de yapılabilir.. Ama tabii, tüm parayı yardıma harcarsan, kamuoyuna gösterecek malzemen olmaz.. Şehitlik yenilersen, görkemli açılışlar yaparsın, medya akın eder, gazete ve televizyonlarda birinci haber olur..

Hatırlarsınız dimi... Şırnak'ta şehit düşen Jandarma onbaşı Kasım Aksoy'un çorabı delik 3 yaşındaki Güneş isimli kızını... Adı 2007'deki Irak'ın kuzeyine yapılan harekata verilmişti...

Bu paranın her bir kuruşu o ve o'nun gibilerin hakkı...

10 Temmuz 2012 Salı

Ah istanbul...

Her şey çok güzel başlamıştı oysa... Çengelköy'den Beşiktaş'a boğaz vapuruyla geçerken, püfür püfür esen rüzgar içimi serinletiyordu.. Üstelik köprü trafiğini görünce dünya varmış dedim bir an...

O da ne.. Ne güzel sürpriz.. Tam sayamadım ama 10 kadar yunus, resm-i geçit yapıyordu boğazda. Hem de yanıbaşımda.. Harika bir görüntüydü... Tüm kederler, dertler bir kaç dakikalığına da olsa rafa kalktı...

Öylece bata çıka gittiler uzaklara.. Eee vapur da iskeleye yanaştı. İşte o anda başladı stres... Hep bir acelemiz var. Daha vapur yanaşmadan atlamaya çalışanlar, düşerim korkusunu hiç düşünmeden gitme derdindeydi...

Haliyle İstanbul'da çalışmalar sonrası trafik kilit olunca yöneticilerin de tavsiyesiyle toplu taşıma araçlarını kullanıyorum artık. Benim gibi bilinçli yüzlercesi de... Ama bu şehri yönetenler, maalesef yardımcı olmuyor bize...

Adam vapuru kullanmış karşıya geçmi, aracı iskelede bekliyor, işgüzar bir trafik polisi, bekleme yapma burda git bakalım diyor şoföre. Gel de sinirlenme... Nedir bu ya. Ayıp...

Minibüs beklerken, sıcağın da etkisiyle olsa gerek, bir vatandaş, bir başka vatandaşa çarpıyor. Özür dileyip gideceği yerde bağırıyor, çağırıyor. Kavg çıkması an meselesi ama allah'tan biri duyarlı da yoluna gidiyor.

Yola çıkıyorum. Bu ne trafik.... Kısa süre sonra anlıyorum nedenini. Köprüye girmeye çalışanlar tüm şeritleri kapatmış, haliyle bizim yolumuz da kapalı...

Neyse zor bela atlattık trafiği... İneceğim durağa geldim. O da ne... Bir çalışma da burda... Öylesine bir gürültü var ki anlatamam. Korna sesleri, insanların bağırışları, motor gürültüsü ve iş makinesinin insanın beynini törpüleyen o yüksek sesi...

Dayanılır gibi değil.. İsyan noktası tam anlamıyla...

İstanbul üstüne para verilip de yaşanan bir şehir artık.. Üstelik bu kadar paraya bir de çile çektiğimiz şehir...

Bugün bir kez daha anladım ki, varsa imkanın, durma bir dakika bile git...

9 Temmuz 2012 Pazartesi

güçlü mü, mutlu mu?

Hep bir skandal, hep bir sorun...

Her dönem ayrı dertler... Hiç bitmeyen haykırışlar...

Güzel ülkem... Perişan eder adamı. Mutlaka birileri dertlidir, aynı anda bi kaç kişiyi mutlu etmek zordur. Ya ak vardır ya da kara. İkisi birarada asla olamaz...

Solcusu da dertlidir, sağcısı da... Müslümanı da sıkıntı çeker, ateisti de. Alevisi de yabancıdır, sünnisi de...

Hiç huzurla geçen bir dönem olmamıştır. Güç kimdeyse onun borusu ötmüştür. Kimi zaman tüm ülkede, kimi zaman yerelde.. Ama mutlaka birileri hep üstündür...

Başörtülü yıllarca perişanım dedi, şimdi başı açık olanlar isyanda...

Asker darbe yaptı yıllarca, yapmayan içeri atıldı.. Şimdi onlar da dertli...

Arkadaş arasında konuşursun gelip geçer ama biraz etkin varsa ülkede suçlusundur. Gazeteciler de içerde onlar da isyanda...

Her gün ayrı bir hareket... Hiç bitmez aksiyon... Nefes almana izin yoktur...

Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor taraftarları takımları aynı stadda izleyemez ama milli maçta her bayrak vardır ellerde... Bu ne yaman çelişkidir.

Sanki durmadan birileri düğmeye basar. İlla karışmalı ülke... Karıştırılmalı...

Güçlü ülke olmanın bedeli midir bu? Peki tüm bu bedellere rağmen büyük ülke olmak güzel mi? Mutluluk mu önemlidir, güçlü ülke olmak mı?

Nasıl ki derler, her işin başı sağlık... Her güzel ve güçlü ülkenin de teminatı mutlu insanların yaşamasıdır...

Ülkem sözde güzel ve güçlü. Sözde çünkü mutlu değil insanlar...