Dünyanın en tehlikeli deniz canlıları olarak bilinen köpekbalıkları ve vatoslarla aynı suda olmak. İstanbul'un en büyük tematik akvaryumunda bu deneyimi bizzat yaşadım... Dalış eğitmeni Yurt Hoca'yla birlikte Pasifik Okyanusu'nda yaşanan köpekbalıkları, vatoslar ve binlerce tür balıkla birlikte aynı suda yüzdüm. İlk başlarda korku hakimdi... Sayıları 20'yu bulan köpekbalıklarının yanıbaşımda olması tedirgin etti... Ama sonrasında korku yerini heyecana bıraktı... Bu kadar yakın olmak muhteşemdi... Vatosların bir hayli arkadaşça yaklaşmaları da şaşırttı. Onlara dokunmak süperdi.. Bu deneyimi yaşamam mümkün. Ama bir şartla.. En azından 1 yıldız dalıcı brövesi sahibi olmak... Sonrasında ücreti karşılığı bu dalış gerçekleştirilebiliyor.
89 yıl geçti aradan... Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve yüreği bağımsız Türkiye ateşiyle yanan milyonların kurduğu Cumhuriyetin üzerinden... Bir diriliş mücadelesiydi... Var olma savaşıydı... Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Alevisi, Sünnisi, Doğulusu, Batılısı... Gözünü bile kırpmadan can verdi, Cumhuriyet için... Cumhuriyet'i anlamak, Atatürk'ü anlamak aslında... Milyonların nasıl gözü kara bir şekilde ona bağlandığını anlamak demek... Aradan 89 yıl geçti... Kutlama tartışması yapılıyor bugünlerde.. Vahim bir durum... Halkın Cumhuriyeti kutlamasına standart getirilmeye çalışılıyor... Halkın inadı, geçmişe olan özlem... Cumhuriyet'e olan bağlılık... O günlere duyulan vefa.. 89 yıl önce tertemiz insanların yarattığı, armağan ettiği Cumhuriyete sahip çıkma duygusu... Standartlara karşı çıkış... 10 yıl önce sorgusuz sualsiz istenildiği gibi kutlanan Cumhuriyet'e yasak getirilmesine karşı çıkış.. Emin olun ki, eğer sihirli bir değnek olsa elde avuçta her şey çok kolay olurdu.. Nasıl ki, dün gece saatlerini 1 saat geri alanlar, hayatlarını da 89 yıl öncesine alırdı... Bu arada bir hatırlatma... Yarın Ankaralılar tüm karşı çıkışlara rağmen, Birinci Meclis önünde kutlayacak Cumhuriyet'i... Bağımsızlığın temelinin atıldığı Yüce Meclis'in önünde... Mustafa Kemal Atatürk'ün dualarla açılışını yaptığı yerde...
Biri çıktı, 29 Ekim ile 10 Kasım arasında çok zaman yok. İki kere çıkmanın ne anlamı var. O gün çıkılacak şimdi çıkmasak da olur dedi. Biri çıktı, kimin valisi olduğu belli olmayan biri (aslında belli de); 29 Ekim kutlamasını pastane köşesine sıkıştırdı. Ailelerin çocukları için doğum günü bile yapmayacağı bir yere. Sanki o ilde otel, orduevi ya da başka bir yer yokmuş gibi. Allah'tan bodrum katındaki bir düğün salonu falan tercih edilmedi. Başkent Ankara'nın valisi çıktı, istihbarat var dedi, sokakta kutlamaya izin vermeyeceklerini söyledi. Milleti eve tıkamak istedi. Nasıl valiyse istihbaratı alıyor, çözümü milleti eve hapsetmekte buluyor. Senin görevin korumak, yemiyorsa bırak o işi, daha iyi yapan gelsin. Başvekil çıktı, valim ne diyorsa doğrudur dedi. Hipodroma gelin diye de ekledi. Her fırsatta ''biz bütünleştiriciyiz diyor ama Chp'li belediyeleri işaret ederek, onlar nerede istiyorsa kutlasın'' demekten de geri kalmıyor. Beyler, bu kadar mı zorunuza gidiyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün armağanı Cumhuriyeti kutlamak. Bu kadar mı zorunuza gidiyor, onun için, ülkesi için gözünü bile kırpmadan şehit olanların anısına saygı göstermek. Bu kadar mı zorunuza gidiyor, saltanat ve hilafetin kaldırılması. Bu kadar mı zorunuza gidiyor, tekke ve zaviyerin kapatılması. Bu kadar mı zorunuza gidiyor, Atatürk adının hep zikredilmesi... Zorunuza gitmesin, hoşunuza gitsin. Sadece chp'lilerin ataları savaşmadı oralarda. Emin olun ki, Bdp'liler kadar Akp'lilerin de ataları şehit oldu. Mhp'lilerin de büyükleri şehit düştü. Genelge falan boş işler. Nasıl siz mağdur olduğunuzu söylediniz ve tırnaklarınızla geldiniz buralara. Emin olun ki, Cumhuriyt sevdalıları da tırnaklarıyla gerekirse bir on sene daha kazır, buraları sizlere yar etmez... Genelge falan boş işler. Yazıyla ancak sizler kendinizi tatmin edersiniz, yüreklerdeki Cumhuriyet sevdasını atamazsınız... Onun için beyler; sizler Atatürk'ün armağan ettiği hiçbir bayramı kutlamayın bizim için sıkıntı yok. Ama kutlayana da mani olmayın, şöyle kenarda bekleyin...
Vatandaşın biri çıkmış, ne olduğu, kim olduğu belirsiz biri, Gazi Mustafa Kemal atatürk'le ilgili atıp tutuyor. Hem de ağza alınmayacak küfürlerle... Uzaktan baktığınızda müslüman görünüyor. Ama şöyle bakış açınızı değiştirin sıfatı, sütü bozuk bir şahsiyet çıkıyor ortaya. Ülkenin kurucusu birine nasıl bir kinse bu sayıyor, sövüyor. Sanki yıllar önce bu zat'ın ailesine kötü şeyler yapmış Ata'mız. Açıklasa da belgeleri öğrensek, acaba dedesine ninesine nasıl bir kötülük yapmış Mustafa Kemal? Valla helal olsun hiçbir şey üretmeden, bilimsel bir tez yazmadan, icat yapmadan, nobel vs gibi ödüller kazanmadan, bu kadar konuşturdu kendini. Kemalistlere kızgın anlaşılan. Bu Kemalistler acı vermiş anlaşılan. Onlara laf çakarken Ata'yı da aradan çıkarıyor. Eminim, Mustafa Kemal'le savaş alanında savaşan şehitler, ahirette çok rahatsızdır bu adamdan. Söyleyebilseler neler derler kimbilir. Acaba bu adamın dediği gibi ağızlarını bozarlar mı? Sanmam. Onlar adam gibi adam, birileri gibi müsvette değil. Çok değil bir kaç yıl önce son kurtuluş savaşı gazisi duysaydı bunları oracıkta ölürdü. Sütü bozuk biri çıkmış, savaş meydanında ölümlerden dönen biri için neler diyor neler. Kızıyor millet... Kızmayın... Şefkat gösterin ona. Nereye oynuyorsa bırakın oynasın. Siz küfretmeyin. Seviyesine inmeyin. Ne demişler ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz...
Avni Özgürel... Yılların gazetecisi. Radikal'de yazıyor. Şimdilerde internet medyasına da el atarak hayatını idame ettiriyor. Siyaset Meydanı'nda sosyal medyanın tartışıldığı programda söyledikleri, bir gazeteci olarak beni hem şaşırttı hem de şoka soktu. Yıllarını bu mesleğe veren, mürekkep yalayan, matbaalar arasında hayatı geçen biri nasıl olur da böyle konuşur diye düşündüm. Konuşmayı aynen aktarıyorum... ''Gazeteciliğin esası halkın haber alma hakkıdır. Bu hakkı tv ile gazete ile
internet medyası ile karşılayabiliriz. Hayat öyle bir hız aldı ki anında öğrenme
talebi oluştu. Şimdi tartışmada odak noktası ticari oldu. Biz haber üretiyoruz
bunlar da bedava alıp kullanıyor diyorlar. Zannedersiniz ki çok özel haberler
yapıyorlar da birileri de alıp bunları çalıyor.'' Evet haber almak herkesin hakkı. Ama emek de yapanın hakkı. Konu, internet medyasının gazete haberlerini birebir alıp yayınlamasıydı. Belki onlar da abartılı davrandı evet. Ama bir gazetecinin, meslektaşlarına yönelik ''zannedersiniz ki çok özel haber yapıyorlar'' sözü çok ağır oldu. Ey Avni Özgürel... Gazeteciler artık özel haber yapamıyorsa, bu onların değil, sizlerin suçu. Yıllarca genel yayın yönetmenlerine, iktidarlara, güç kimdeyse onlara yanaşmaktan, onların dediklerini yapmaktan bir şey üretemez hale getirdiniz emekçileri. Şöyle bir geçmişe bakıyorum da, Adınızı yazdığımda karşıma beni heyecanlandıracak hiçbir şey çıkmıyor. önce siz bugüne de Türkiye'ye, gazeteciliğe ne kazandırdınız onu bir deyiverin de ondan sonra gecesini gündüzüne katan emekçilere laf söyleyin. Bir yanlışı düzeltmeye çalışırken, bir başka yanlış yapmayın. Nereden geldiğinizi unutmayın... Unutmayın ki, siz medyaya saygı duymazsanız, kimse duymaz...
Akp'nin, (gbyp) genel başkanı yüceltme ve pohpohlamadan sorumlu milletvekili Şamil Tayyar, yine kendinden bekleneni yaptı ve Suriye krizi ile ilgili enterasan bir cümle kurdu... Tezkerenin geçmesiyle hayli mutlu olduğu gözlenen ve savaşı Call Of Duty sanan Tayyar, Şam'a varış süresini açıkladı.. Astronomik verileri bir bir hesaplayan Tayyar, sonunda 3 saatte Şam'a varılacağını açıkladı... Tepkiler gecikmedi. ilahiyatçılar ikiye bölündü... Şamil Tayyar'ın 3 saatte gidemeyeceğini, güneşin doğuşu ve batışıyla ilgili hesaplarının yanlış olduğunu, 28 dakikalık bir oynama olacağını söyledi. Hak veren ilahiyaçılarsa, bizler yıllardır aynı formülü uyguluyoruz ve Tayyar'ın dediği doğrudur. Hsaplamada hata yoktur. 3 saatte Şam'da olunur açıklaması yaptı.. Farklı açıklamalar sonrası kafası karışan halk, noluyor, Şam arasına yeni yollar mı yapıldı bizim haberimiz yok demeye başladı.. İktidarın yeni duble yol çalışmasına başlamasıyla Tayyar'ın rüyası gerçekleşmek üzere... Eğer bu hızda giderse 7,5 ay sonra Akçakale'den Şam'a direkt duble yol tamamlanmış olacak.. İşte o zaman, Şamil Tayyar ve saz ekibi, Bastı mı gaza 3 saatte Şam'da... O zaman bize ne demek düşer.. Yolun açık olsun Tayyar...
Nerden nereye... Başbakan Erdoğan'ın literatüre soktuğu naçizane söz dizimi... Her defasında geçmişle hesaplaşmasıyla tanıyoruz kendilerini... Her konuşmasında Cumhuriyetle olan sorununu bir şekilde ortaya koyuyor. Ya 10. Yıl Marşı'na söz söylüyor, Türkiye'nin demir ağlarla örülmediğini iddia ediyor...
Ya da Atatürk'ün halefi İnönü'ye laf söylüyor, onu eleştiriyor. 1940'larla 50'lerle günümüzü bir tutuyor. Cami diyor, ahır diyor, darbe diyor... Diyor da diyor...
Aslında amaç belli Atatürk.. Ama şimdilik tutuyor kendini...
Bugünlerde de bir söz çıkardı ortaya... ''Hazır ol cenge istiyorsan sulhu salah''... Appius Claudius, Horatius, Livius ve Senaca’nın olduğu ileri sürülen bu söz, Cicero’nun yapıtlarında “Qui desiderat pacem, praeparet bellum” yani “Barışı isteyen, savaşı göze alır” biçiminde yer almaktadır.
Şimdilerde Başbakan Erdoğan'ın dilinde... Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Yurtta Sulh Cihanda Sulh'' sözünün üstüne çizercesine bu sözü dile getiriyor artık... Eee haliyle Suriye'yle savaşın eşiğine gelinmiş olması sonrası başka ne beklenirdi ki... Kurucusuna ssövülen bir ülkede kurucunun söylediği sözün üzeri elbette çizilir.
Artık barış değil, savaş zamanıdır çünkü... Birileri istiyor diye çünkü. Mezhep farklılığı için çünkü...
Evet nerden nereye geldik... Tüm dünyaya barış söylemiyle örnek olan bir liderden, savaşı özendiren bir lidere...
Burdan bir öneride benden olsun. Babamın kolundaki dövmede yazıyordu.
Biliyorsunuz El Arabiya Gazetesi geçenlerde Hatay'da ölen pilotlarımızla ilgili belge (kağıt parçası) açıkladı... İddiaya göre Suriye, pilotlarımızı sağ buldu, sorguladı, ardından öldürdü ve enkaza geri bıraktı. Tabii bunu duyan akıllı gazeteciler hemen atladı. Suriye şunu yaptı, bunu yaptı. Hatta bunun mümkün olabileceği söylendi.. Onlardan biri de ordinaryüs gazeteci Mehmet Baransu. Twitter hesabından, önce kendini övdü övdü bitiremedi. Ben şöyleyim, böyleyim dedi durdu. Uzman ya kendisi ardından şunu dedi; Profesyonel bir dalgıca sorarsanız, size, bir kişinin öldükten sonra nasıl kurşun gibi deniz altına inebileceğini anlatır. Yani demek istediği, Suriyeliler öldürdü, ardından da enkaza hoooop attı, pilotlarımız da oraya nokta atışı gibi yerleşti. Dediğini yaptım, profesyonel bir balıkadama sordum, böyle bir şey mümkün mü dedim. Aynen aktarıyorum... Ölen bir kişi ancak ayağına ya da vücuduna bir şey bağlarsanız, batabilir. Ölen bir kişinin hiçbir engele takılmadan metrelerce inmesi mümkün değil. Çünkü bin 300 metrelik bir derinlikte en az 20 kadar değişik akıntı bulunur. O nedenle cesetlerin direkt olarak inmesi söz konusu olamaz, mutlaka bir engele takılmaları olağandır.
Bırakın o kadar derinliği 20 metreden bir taşı bile deniz dibine koyduğunuz tenekeye isabet ettiremezsiniz. Bir de örnek verdi balıkadam büyüğümüz. Karadeniz'de U-21 denizaltısını denize indirmek isteyen ekibin amacı 300 metreydi. Ancak öylesine akıntı vardı ki, batırma işlemi 20 küsür metrelerde son buldu. Zaten Suriye'nin de böyle bir teknolojiye sahip olma ihtimali yok diye de ekledi... Hatırlarsınız Türkiye'nin bile o derinlikte bir şey bulma gücü yok. Sağolsunlar Amerikalılar yardım etti de, pilotlarımızı bulabildik. Uzun lafın kısası. Ağzı olan konuşuyor diye bir söz vardır. Bilirkişi olduğunu, her şeyi bildiğini sanan bu kişilere de insanların gözü kapalı inanması kötü. Araştıran bir Türkiye, bu gibi insanların boş laflarını günyüzüne çıkaracaktır elbet.