Hatice... 15 yaşında... Gencecik bir kız...
Kahrolası törenin son kurbanı...
Tek kare fotoğrafı yok... Öldüğünde cinayet büronun çektiğini saymazsak.
Nüfusa kaydı bile yoktu... Onun için 13 yaşında imam nikahı ile evlendirdiler, hiç tanımadığı biriyle. Okula gidecekken, akranlarıyla sokakta oyunlar oynayacakken, bir adamın koynuna soktular...
Üç beş kuruş başlık parasına Batman'a gelin gitti... Şiddet hep şiddet gördü. Fazla dayanamadı, kaçtı ailesinin yanına sığındı... Ama olur mu böyle bir şey, nasıl gelirsin sen dediler, dışladılar.
Yapayalnızdı ama daha çekeceği vardı. İki kuzeni utanmadan, sıkılmadan canları, ciğerleri Hatice'ye tecavüz etti.
Kimselere diyemedi Hatice. Sustu, susmak zorundaydı çünkü. Nasıl diyebilirdi ki... Buna hakkı yoktu, zaten yoktu o...
Aradan bir kaç ay geçti. Hissetti, içinde bir can taşıdığını... Dünyası başına yıkıldı, çocuğu düşürmeyi düşündü, yapamadı, kıyamadı garibe...
Cesaretini topladı ailesine anlattı her şeyi... Babası yıllar önce öldüğü için başlarında büyük olarak dedesi vardı. Bir de amcaları, hani kendisine tecavüz eden iki kuzeninin babaları...
Anlattı amcalarına, senin çocukların bana tecavüz etti dedi, hangisinden hamile kaldığımı bile bilmiyorum diye de ekledi...
Aile meclisi toplandı hemen, dedenin başkanlığında... Umutluydu ama olmadı... Ceza kesildi. Ölüm...
Töreydi bunun adı onların lügatında, nasıl bir töreyse. Töreleri batsın. İki amca, çocuklarına hiçbir şey soramadı. Kaçtı iki kuzen, kayıplara karıştı. Delikanlıydılar ya, kaçmak yakışırdı onlara.
Ve kalem kırılmıştı bir kere. Aldılar Hatice'yi Batman Çayı'na götürdüler. Boğdular iple... Attılar sonra suya. Arkalarına bile bakmadan döndüler evlerine..
Yoktu artık Hatice. Bir çoban buldu cansız bedenini. Polis, savcı derken olay ortaya çıktı. Dede ve iki amca tutuklandı...
İşte orada çekildi tek ve son fotoğrafı Hatice'nin...
Ama çilesi bitmedi Hatice'nin... Aldılar götürdüler hastane morguna. Biri gelir de alır diye beklediler. Nelen gelen vardı ne de giden. Sonra amcalarından biri geldi, aldı cenazeyi...
Töre kurbanı Hatice'nin cenazesini Diyarbakır'da Yeniköy mezarlığına bıraktı gitti, hiç utanmadan...
20 yürekli kadın sahiplendi Hatice'yi... Cenaze namazı bile kılınamadı genç kızın... Kefenlenmeden, yıkanmadan siyah ceset torbasına kondu ve öylece gömüldü..
20 yürekli kadın gözyaşı döktü arkasından, yapabildikleri sadece buydu çünkü...
Zaten yaşamıyordu Hatice... Nüfusta kaydı bile yoktu. Yokluğuna da kimse şaşırmayacaktı zaten...
Hatice öldü ama asıl ölen insanlık... Yüreğinde sevginin kırıntısı bile olmayanların ölümü aslında bu.
Yıl 2012... Diyarbakır... 15 yıl önce annesinin karnından merhaba dedi hayata, hiçbir şey yaşamadan göçüp gitti... Nur içinde yat Hatice.
Her şeyi 1 günde unutan Türkiye, emin ol, senin de yarın unutacak..
28 Aralık 2012 Cuma
7 Aralık 2012 Cuma
ecdad bahane, rant şahane...
Yıllar önceydi... Hayatımda ilk defa yurtdışına çıkacaktım... Heyecanlıydım. 15 yaşındaydım. Bir kaç kere istanbul dışına adım atmıştım ama, Edirne'den dışarı ilk kez olacaktı bu. Üstelik uçakla...
Almanya'ydı gideceğim yer. Türklerin yoğun olarak yaşadığı Frankfurt kenti... Teyzem, eniştem ve kuzenler karşıladı beni havalimanında.
Uzun bir araba yolculuğu sonrası köyümüze geldik. Ama köy dediğime bakmayın enfesti her yer. düzenli evler, otoparklar, yeşil alanlar...
Neyse uzatmamayım. tarih ve modernizm içiçeydi. Bunu Türkiye'ye döndüğümde daha iyi anladım..
Yıllar sonra bu kez iş için Paris'teytim. Hani romantizm başkenti olanı... Eyfel Kulesi'ni gördüğümde bir kaç dakika kendime gelemedim... Seine Nehri olağanüstüydü... Ama asıl mükemmel olan neydi biliyor musunuz? Rehberimizin söylediklerinden sonra çok net anladım...
Bu nehir kenti ikiye bölüyordu. Bir tarafta eski Paris, diğer tarafta yeni, modern Paris. Eski yani her şey yüzyıllar öncesinden kalma ama bir o kadar da taze... Kendimi bir film setinde gibi hissettim. Tarih kokuyordu adeta. Sanki birazdan otomobiller gidecek, at arabaları geçecek gibiydi...
Bir ülkenin tarihine ne denli sahip çıktığını çok net anladım orada.. Sadece kilise ya da köprüler değildi özenle korunan, şehrin yarısıydı dimdik ayakta duran..
Ah güzel ülkem dedim içimden.. Biz de öyle mi? Tarihle ilgili ne varsa yok ettik elimizle.. Yıllarca sildik, üstüne bina, yol yaptık... Gömdük iyice dibe... Kimse görmesin istedik...
Sonra gelişeceğiz ya, yeni yollar yapmak için kazdık, bir de ne görelim tarih fışkırdı yerden.. Çanak çömlek dedik, elimizin tersiyle ittik. Bunlar işimizi zorlaştırıyor diye olduğu yerde bıraktık...
Tarihi camilerin, kiliselerin önüne sanayi sitesi kurduk, yeşil alanların tam ortasına çay bahçeleri açılmasına izin verdik.
Bir zamanlar takım elbiseyle dolaşılan, entellektüel Pera yani Beyoğlu'na alışveriş merkezi kondurduk.
Şimdi yetmedi, tarihin tozlu sayfalarına tanıklık eden emek Sinemasını yok ediyoruz. Yıllardır önünden geçenin bir kez bile olsa uğradığı İnci Pastanesi'ni yok ediyoruz el birliğiyle..
Tarihin başkentiyiz, ecdadımızın yaptıklarıyla övünüyoruz, eleştirenleri yerin dibine sokuyoruz. Bari bunu yaparken biraz samimi olun, en azından onların mirasına sahip çıkın...
Ama nerde. Ecdad bahane, rant şahane...
Almanya'ydı gideceğim yer. Türklerin yoğun olarak yaşadığı Frankfurt kenti... Teyzem, eniştem ve kuzenler karşıladı beni havalimanında.
Uzun bir araba yolculuğu sonrası köyümüze geldik. Ama köy dediğime bakmayın enfesti her yer. düzenli evler, otoparklar, yeşil alanlar...
Neyse uzatmamayım. tarih ve modernizm içiçeydi. Bunu Türkiye'ye döndüğümde daha iyi anladım..
Yıllar sonra bu kez iş için Paris'teytim. Hani romantizm başkenti olanı... Eyfel Kulesi'ni gördüğümde bir kaç dakika kendime gelemedim... Seine Nehri olağanüstüydü... Ama asıl mükemmel olan neydi biliyor musunuz? Rehberimizin söylediklerinden sonra çok net anladım...
Bu nehir kenti ikiye bölüyordu. Bir tarafta eski Paris, diğer tarafta yeni, modern Paris. Eski yani her şey yüzyıllar öncesinden kalma ama bir o kadar da taze... Kendimi bir film setinde gibi hissettim. Tarih kokuyordu adeta. Sanki birazdan otomobiller gidecek, at arabaları geçecek gibiydi...
Bir ülkenin tarihine ne denli sahip çıktığını çok net anladım orada.. Sadece kilise ya da köprüler değildi özenle korunan, şehrin yarısıydı dimdik ayakta duran..
Ah güzel ülkem dedim içimden.. Biz de öyle mi? Tarihle ilgili ne varsa yok ettik elimizle.. Yıllarca sildik, üstüne bina, yol yaptık... Gömdük iyice dibe... Kimse görmesin istedik...
Sonra gelişeceğiz ya, yeni yollar yapmak için kazdık, bir de ne görelim tarih fışkırdı yerden.. Çanak çömlek dedik, elimizin tersiyle ittik. Bunlar işimizi zorlaştırıyor diye olduğu yerde bıraktık...
Tarihi camilerin, kiliselerin önüne sanayi sitesi kurduk, yeşil alanların tam ortasına çay bahçeleri açılmasına izin verdik.
Bir zamanlar takım elbiseyle dolaşılan, entellektüel Pera yani Beyoğlu'na alışveriş merkezi kondurduk.
Şimdi yetmedi, tarihin tozlu sayfalarına tanıklık eden emek Sinemasını yok ediyoruz. Yıllardır önünden geçenin bir kez bile olsa uğradığı İnci Pastanesi'ni yok ediyoruz el birliğiyle..
Tarihin başkentiyiz, ecdadımızın yaptıklarıyla övünüyoruz, eleştirenleri yerin dibine sokuyoruz. Bari bunu yaparken biraz samimi olun, en azından onların mirasına sahip çıkın...
Ama nerde. Ecdad bahane, rant şahane...
4 Aralık 2012 Salı
Muhabir köpekbalıklarıyla...
Bu kez dünyanın en büyük tematik akvaryumlarından İstanbul Akvaryum'da, köpekbalıklarıyla dalış yaptım. Onların nasıl beslendiklerini mutfaktan başlayarak öğrendim. Heyecan dolu bir geziydi.
Perşembe akşamı saat 23:55'te Skyturk360'da.
1 Aralık 2012 Cumartesi
21 aralık...
Varsa yoksa 21 Aralık...
Esrarengiz gezegen Marduk, dünyaya çarpacak, kıyamet kopacak. Milyarlarca insan hayatını kaybedecek...
Dünya yeniden 0'a dönecek...
Sadece şanslı azınlık hayatta kalacak...
2012 filminin senaryosu değil bu, dünyada milyonlarca kişinin üzerinde konuştuğu, tartıştığı kıyamet senaryosu...
Üstelik filmden farklı olarak, bu kez hayatta kalan kalantorlar, Güney Afrika'nın Ümit Burnu'na devasa gemilerle taşınmayacak...
Bu kez kalantorlar, İzmir'in küçük kasabası Şirince'de ya da Fransa'nın güneyindeki küçük bir köyda hayatta kalacak...
Evet sadece kalantorlar hayatta kalacak. Zira, Şirince'de 21 Aralık günü konaklamanın bedeli binlerce lira tutuyor... Asgari ücretle geçinen Türk halkının buraya gelmesi pek mümkün değil. Hatta, hemen yanı başındaki Selçuk ilçesi'nden de oraya gidebilecekler sınırlı gibi...
Yurtdışındaki milyarlarca orta direği saymıyorum bile.. Bir de onlara ekstradan uçak bileti masrafı çıkıyor...
Fransa için de aynı şey geçerli, Monaco'nun kalantorları çoktan kapatmıştır orayı...
Yani anlayacağınız, kıyamet bile geliyor orta direği ve fakiri vuruyor...
Zaten her gün hayatta kalmak için kıyamet gibi günler geçiren gelir düzeyi düşük insanlar için kıyametin pek de bir şey ifade ettiğini sanmıyorum..
Bir de şu nokta var. Kendini entellektüel olarak nitelendiren zat'lar, Nasa'nın yaptığı ''kıyamet kopmayacak'' açıkmasına şüpheyle yaklaşıyor. Hatta ''vahiy mi geldi Nasa'ya'' diyen bile var...
Ey entellektüel zat, bundan önce hep bilimsel çalışma diye bir taraflarını yırtarken, neden kıyamet konusunda batıl inançlara kendinizi kaptırıyorsunuz...
Uzun lafın kısası, insanları korkuya sürüklemek doğru değil... Birçok yerde duydum, ortaya çıkan kimliği belirsiz kişiler, hep Allah'a dönün, ışığı takip edin gibi, dini konularda vaaz veriyor..
Mesele ortada. Kıyamet kopar ya da kopmaz, siz iyi insan olun, gerisini de Allah'a bırakın...
Esrarengiz gezegen Marduk, dünyaya çarpacak, kıyamet kopacak. Milyarlarca insan hayatını kaybedecek...
Dünya yeniden 0'a dönecek...
Sadece şanslı azınlık hayatta kalacak...
2012 filminin senaryosu değil bu, dünyada milyonlarca kişinin üzerinde konuştuğu, tartıştığı kıyamet senaryosu...
Üstelik filmden farklı olarak, bu kez hayatta kalan kalantorlar, Güney Afrika'nın Ümit Burnu'na devasa gemilerle taşınmayacak...
Bu kez kalantorlar, İzmir'in küçük kasabası Şirince'de ya da Fransa'nın güneyindeki küçük bir köyda hayatta kalacak...
Evet sadece kalantorlar hayatta kalacak. Zira, Şirince'de 21 Aralık günü konaklamanın bedeli binlerce lira tutuyor... Asgari ücretle geçinen Türk halkının buraya gelmesi pek mümkün değil. Hatta, hemen yanı başındaki Selçuk ilçesi'nden de oraya gidebilecekler sınırlı gibi...
Yurtdışındaki milyarlarca orta direği saymıyorum bile.. Bir de onlara ekstradan uçak bileti masrafı çıkıyor...
Fransa için de aynı şey geçerli, Monaco'nun kalantorları çoktan kapatmıştır orayı...
Yani anlayacağınız, kıyamet bile geliyor orta direği ve fakiri vuruyor...
Zaten her gün hayatta kalmak için kıyamet gibi günler geçiren gelir düzeyi düşük insanlar için kıyametin pek de bir şey ifade ettiğini sanmıyorum..
Bir de şu nokta var. Kendini entellektüel olarak nitelendiren zat'lar, Nasa'nın yaptığı ''kıyamet kopmayacak'' açıkmasına şüpheyle yaklaşıyor. Hatta ''vahiy mi geldi Nasa'ya'' diyen bile var...
Ey entellektüel zat, bundan önce hep bilimsel çalışma diye bir taraflarını yırtarken, neden kıyamet konusunda batıl inançlara kendinizi kaptırıyorsunuz...
Uzun lafın kısası, insanları korkuya sürüklemek doğru değil... Birçok yerde duydum, ortaya çıkan kimliği belirsiz kişiler, hep Allah'a dönün, ışığı takip edin gibi, dini konularda vaaz veriyor..
Mesele ortada. Kıyamet kopar ya da kopmaz, siz iyi insan olun, gerisini de Allah'a bırakın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)